
Sevgi Soysal’ın Tante Rosa’sı, bir yaşamı bütünlüklü bir portre olarak sunmak yerine onu on dört kırık ayna parçasından izlemeye davet eder. Her parça, Rosa’nın varoluş serüvenindeki bir anı, bir denemeyi veya bir hezimeti yansıtır. Metin, “at cambazı olamadı”, “aforoz ediliyor”, “yaşamakta ısrar ediyor” gibi sonuç bildiren başlıklarla okuru en baştan bir beklenti yönetimine sokar: Bu, bir başarı veya gelişim hikâyesi değildir; bu, denemelerin ve sonuçlarının bir kaydıdır (Soysal, 2013, s. 15). Bu parçalı yapı, Rosa’nın kimliğinin istikrarsızlığını ve bir role tutunma çabasının sürekli kesintiye uğramasını biçimselleştirir. O, hayatı boyunca bir sonraki role hazırlanan, ancak hiçbir rolü sonuna kadar oynayamayan bir karakterdir. Bu makale, Rosa’nın bu döngüsel savruluşunu, onu şekillendiren arzu kaynaklarını, bu savruluşun ortasında kurduğu trajikomik oyunları ve nihayetinde bir bireyden bürokratik bir dosyaya dönüşümünü, metnin kendi iç dinamikleri ve zengin detayları üzerinden çözümleyecektir.
Bir Derginin Vaatleri, Hayatın Gerçekleri
Rosa’nın yaşam rotasını belirleyen temel seyrüsefer aracı, metin boyunca bir leitmotif gibi tekrarlanan Sizlerle Başbaşa dergisidir. Bu dergi, Rosa için yalnızca bir yayın değil, neyi arzulaması, kim olması ve nasıl davranması gerektiğini fısıldayan bir kılavuzdur. At cambazı olma hevesi, dergide gördüğü Kraliçe Victoria’nın süvari giysili fotoğrafından kaynaklanır (a.g.e., s. 15). Namusunu kurtarma ve “zavallı bir piç kurusu doğurmama” telaşı, dergideki “bayağı aşk romanlarının” ahlak kodlarından beslenir ve bu uğurda komşunun oğlu Hans ile evlenir (a.g.e., s. 28). Uzak diyarlara, İngiltere’deki bir çiftliğe gelin gitme umudu da yine dergide okuduğu bir ilanla filizlenir (a.g.e., s. 47). Dergi, Rosa’ya hazır senaryolar, roller ve kostümler sunar.
Ancak metnin temel gerilimi, bu parlak ve idealize edilmiş senaryoların, hayatın somut ve çoğu zaman absürt gerçekliğiyle çarpışmasından doğar. At cambazlığı hayali, sirkte at gübresi satma gerçekliğine toslar (a.g.e., s. 16). İngiltere’deki çiftliğe “Lady” olma hayaliyle giden Rosa, müstakbel kayınvalidesini hizmetçi sanıp ona sırtını yıkatır ve sonunda “Tramp!” (Orospu!) diye kapı dışarı edilir (a.g.e., s. 49). Her deneme, arzunun parlak vaadi ile gerçekliğin ironik tokadı arasındaki uçurumu derinleştirir. Rosa, bu derginin en sadık okuru ve aynı zamanda onun vaatlerinin en trajik kurbanıdır. Bu döngü, onun kişisel bir kusurundan çok, kendisine sunulan haritanın arazinin kendisiyle uyuşmamasından kaynaklanır.
İnat ve Başarısızlığın Oyunu
Rosa’yı yalnızca edilgen bir kurban olarak okumak, metnin en güçlü yönlerinden birini, onun oyun kurucu inadını gözden kaçırmak olur. Ancak bu oyunlar salt psikolojik bir direnişten ibaret değildir; aynı zamanda yakıcı bir ekonomik zorunluluğun ve başarısız bir sınıfsal hareketlilik arzusunun trajikomik dışavurumlarıdır. Rosa, elindeki döküntü ve birbiriyle alakasız nesnelerle kendine sürekli yeni bir dünya, yeni bir iş kurmaya çalışır. Bu çabalar, onun kaotik iç dünyasının dış mekâna ve nesnelere yansımasıdır. Ölen kocasının mezarının yanındaki durumu görerek bir “Tante Rosa ve Co. Mezar Bakımı” firması kurma fikri, evindeki açık artırma hurdalarından (“bir tek uzun av çizmesi”, “dört köpek tasması”) bir pansiyon yaratma girişimi ve müşterilerini delik bir sandalla pikniğe götürüp batmaları, onun sermayeyle kurduğu naif ve yenilgiye mahkûm ilişkinin göstergeleridir (a.g.e., s. 41, 52, 56).
Bu oyunların sahnelenmesinde erkek karakterler, genellikle Rosa’nın iradesi karşısında zayıf, edilgen veya onun fantezilerinin birer piyonu olarak belirir. “Grand Düşes ş.m.” bölümü bu dinamiğin zirvesidir. Beş parasızken, dükkânını batırmış olan eski kocası Mathes’i “yeni uşağım” olarak kullanarak kendine bir soyluluk hikâyesi yazar (a.g.e., s. 74). Mathes, bu oyuna gönüllü olarak katılır ve Rosa’nın absürt emirlerini yerine getirir. Bu bir akıl sağlığı sorunu değil, gerçekliğin dayanılmaz ağırlığına karşı bir fantezi kurma eylemidir. Sipariş ettikleri yüzlerce kasa şampanyanın parasını ödeyemeyeceklerini bilerek “Operadan çıkan smokinli beyler, tuvaletli hanımlar büfemizde supe yaparlar” hayalini kurmaları, acı bir durumun içinde absürt bir neşe ve iktidar anı yaratma çabasıdır (a.g.e., s. 78). Rosa, sistemin kurallarını anlamasa da zayıf erkekler ve döküntü nesnelerle kendi kurallarıyla bir oyun oynamakta ısrar eder.
Reddedilen Roller: Beden, Annelik ve Otorite
Rosa’nın bedeni, hayatı boyunca farklı otoritelerin tanımlamaya ve denetlemeye çalıştığı bir savaş alanıdır. Rahibeler okulunda bedeni “günahkâr” olduğu öğretilerek denetlenir; yarasına bakmak için çorabının çıkarılmasına bile izin verilmez (a.g.e., s. 22). Evlilikte bedeni, kocası için pazar günleri yerine getirilmesi gereken bir göreve indirgenir (a.g.e., s. 32). Genelevde ise metalaşmanın bile kendi içinde var olan kurallarına uymadığı için “ahlaksız” damgası yiyerek dışlanır (a.g.e., s. 70).
Bu reddediş, kendisine dayatılan en temel kadınlık rolü olan annelikte en radikal noktasına ulaşır. Rosa, toplumsal beklentileri hiçe sayarak üç çocuğunu, biri henüz emzikteyken, ardında bırakıp gider (a.g.e., s. 34). Bu eyleminde en ufak bir pişmanlık emaresi göstermez. Yıllar sonra kızıyla olan ilişkisi de bu reddedişin bir devamıdır; kızını yemeğe davet etmek için üzerine “Stuttgart’ın en birinci orospusuna” yazdığı bir kart gönderir (a.g.e., s. 74). Bu, yalnızca bir anneyi değil, annelik kurumunun kendisini dinamitleyen, dönemi için son derece aykırı bir duruştur.
Nesneleşme sürecinin tepe noktası ise “tante rosa’nın düşü” bölümünde, anlatının kendi üzerine kapandığı anda yaşanır. Anlatıcı, bir anlığına maskesini düşürür ve “Onu o dehlizden ben soktum çünkü. O Rosa ki istenirse yaşar ve ölür.” diyerek kendi yaratımı üzerindeki mutlak gücünü itiraf eder (a.g.e., s. 91). Bu, metnin en acımasız anıdır. Rosa’nın tüm çabalarının, oyunlarının ve direnişinin dahi, bir yazarın kurguladığı daha büyük bir oyunun parçası olduğunu öğreniriz. Bu itiraf, Rosa’nın trajedisini kişisel bir hikâye olmaktan çıkarır ve onu, varoluşun kendisinin bir başkasının iradesine tabi olabileceği fikrinin bir temsiline dönüştürür.
Yaşamdan Dosyaya: Bir Varlığın Tasfiyesi
Rosa’nın yaşamı boyunca süren parçalanma ve nesneleşme süreci, ölümünün ardından bürokrasinin soğuk koridorlarında tamamlanır. Yaşamının son döneminde evi, kapının açılmasına engel olan bir “kâğıtlar tomarı” ile dolmuştur; hayatı, kelimenin tam anlamıyla onu hapseden bir belge yığınına dönüşmüştür (a.g.e., s. 93). Son bölüm, bu sürecin devamı olarak bireysel bir yaşamın nasıl bir dizi yönetmelik ve lojistik probleme dönüştüğünün grotesk bir tablosudur. Rosa’nın ölü bedeni, bir insandan çok, “çinko tabut” ile “tahta tabut” arasında bir mevzuat sorununa dönüşür. “Genel nakliyat tüzüğü otuz beşinci nakliyat yönetmeliğinin… b fıkrası” gibi ifadeler, insan hayatının ve ölümünün, kişisel anlamından tamamen soyutlanıp bürokratik dilin nesnesi haline geldiğini gösterir (a.g.e., s. 99).
Yaşamı boyunca kimseye ve hiçbir yere tam olarak “ait” olamayan Rosa, ölümünde “aidiyeti söz konusu olan” bir maddeye indirgenir. Bedeni, hastane, nakliyat idaresi, piskoposluk ve belediye arasında el değiştirir. Her kurum, onu kendi yönetmeliğine göre işler, kendi tabutuna koyar, kendi damgasını vurur. Sonunda yakılıp bir vazoya konulan küllerinin, bir kedi tarafından devrilip üzerine işenmesi ve birisi tarafından büfenin üstüne “Tante Rosa the end” yazılması, bu nesneleşme sürecinin nihai ve en ironik halkasıdır (a.g.e., s. 103). Yaşamı boyunca kendi hikâyesinin sonunu yazamayan Rosa’nın finali, bir başkası tarafından, kendi külleriyle, kayıtsız bir el hareketiyle yazılır.
Sonuç
Tante Rosa, bir kadının başarısızlıklarla dolu hayat hikâyesinden çok, ben’in süreksiz kıvrımları arasında yankılanan çatlak seslerini, kendine ait bir anlatı kurma çabasının trajikomik doğasını ve sistemler karşısındaki kırılganlığını anlatan bir metindir. Rosa, dışarıdan dayatılan rollere (eş, anne, dindar kadın) uyum sağlamaya çalışırken parçalanır ancak bu parçalanmışlığın içinde dahi kendi oyunlarını kurarak inatçı bir varoluş sergiler. Onun hikâyesi bir kimliğe ulaşma çabasının, o kimliği tanımlayan sistemlerin çelişkileri, ekonomik zorunluluklar ve kayıtsızlığı içinde nasıl imkânsız hâle geldiğinin bir anlatısıdır. Metin, Rosa’yı bir kurban olarak resmetmekle yetinmez; onu, yenilgiyi bile bir performansa dönüştüren, hayatı boyunca bir role hazırlanan ama en büyük rolünü belki de farkında olmadan bürokrasinin elinde bir nesneye dönüşerek oynayan bir karakter olarak sahneye çıkarır.
Kaynakça
Soysal, S. (2013). Tante Rosa. İletişim.
