Lacan

“Bir düşünceyi düşünmemenin yegâne yolu, başka bir düşünceyi düşünmektir.”      

      


       Ahmet Haşim’in 1928 yılında bir Fransa akşamında Montparnasse’ta küçük bir Rus lokantasında tanışıp sohbet ettiği ve “sanat akımlarını yakından takip eden Fransız genci Doktor Lacan” şeklinde nitelediği Jacques Lacan, 1901 doğumlu Fransız bir psikanalisttir. Lacan, Haşim’in “edebiyatınızın son manzarası nedir?” diye yönelttiği soru üzerine çeşitli sanat akımlarından bahseder ve bu uzun süren edebî sohbetten sonra Haşim’le birlikte “hayatın renkli helezonlarla açılıp kapandığı neşeli bir dancing”e gider. Jacques Lacan’ın derin boyutlu metinlerinin bizi götüreceği neşeli bir dans düzlemi de sanırım, bilinçdışının özgürlüğünü fark etmek olacaktır.

       Freud’un kişilik gelişimi dönemlerine başka bir açıyla yaklaşan Lacan; kişinin İmgesel, Simgesel ve Gerçek olmak üzere üç döneminin olduğunu belirttiği “ayna evresi” ile bize ben’in keşfi anlamında bir özne kurulumu sunar. Hayat boyunca sürecek olan bu özne, “arzu” ve “eksiklik” çatışmasından doğan enerji ile ilerleyişine devam eder. Aynanın, yeni meydana gelmiş bir ego’yu imgelediğini düşünürsek bebeğin kendisini dış dünyanın yıkıcı etkilerinden korumak adına bir “ego” sığınağına kaçtığını söyleyebiliriz. Narsisizmin ortaya çıkışı da bu şekilde gerçekleşecektir ve narsisistik dürtülerin ego’dan güçlü bir doyuma ulaştırıcı yanıtlar alamaması da ben’in eksik kuruluşuna hem de bunun yarattığı yabancılaşmaya sebep olacaktır.

       Lacan, psikanalizde daha önceleri yer bulmamış olan yabancılaşma kavramını sıklıkla kullanır. Ego’nun yabancılaşmayı sağlayan yapısı ile bebeğin özdeşleştiği anneden bağımsız büyüyemeyecek olmasının bebekte yarattığı “parçalanmış beden” korkusu arasında ilişki vardır ve en güzel aktarıldığı yer Hieronymus Bosch’un tablolarıdır. Bosch’un eserlerinde cehennem, işkence, kopmuş organlar gibi unsurlar bolca işlenir. Aynanın önünde annesiyle duran çocuk, ilk aşamada yansıyan görüntüleri karıştırır; ikinci aşamada çocuk, aynadaki görüntünün gerçek olmadığını fark eder ve son aşamada ise çocuk, görüntünün kendi imgesi olduğunu ve annesinin “öteki” olduğunu anlar. Bosch’un resimlerine önem atfeden Lacan, bu resimlerde yanıltıcı bütünlüğün ve parçalanmanın kendisini gösterdiğini düşünür. Benlik kazanan ve kendisinin farkına varan özne, inşasını “öteki” üzerinden gerçekleştirir. Benlik’in sadece “öteki” kavramı üzerinden gerçekleşebileceğini düşünen Lacan, “küçük öteki” ve “büyük Öteki” kavramlarını ortaya atmakla psikanalizde bir yenilenme sağlamıştır. Freud’u yeniden okuyan bir Lacan değil de psikanalizi dönüştüren bir Lacan ile karşılaşırız.           

       Özne’nin imgesel görüntüdeki gösterenleri belirten “küçük öteki” ve simgesel dönemde ortaya çıkan, babayı sembolize eden “büyük Öteki” arasında kalarak kendine yabancılaşmasını “özne’nin yarılması” olarak tanımlayan Lacan, Freud’un zihni id, ego ve süperego şeklinde ayırmasına ek olarak (…)

(Bu yazının eksiksiz metni için bkz.: Samet Polat, Edebiyatın Katmanlarında: Şiir, Kurmaca ve Düşünsel İzler, ss. 70–74)

Edebiyatın Katmanlarında: Şiir, Kurmaca ve Düşünsel İzler

Yorum bırakın