
Jacques Lacan’ın “bilinçdışı, dil gibi yapılandırılmıştır” önermesi, şiiri yalnızca anlam arayışı olarak değil arzunun ve eksikliğin dilsel dışavurumu olarak da düşünmemizi sağlar. Şiir, özne’nin bölünmüşlüğünü, arzunun yerinden kaymasını ve benliğin yansımasının bozulmuşluğunu içeren bir aynadır. Lacan’ın kuramındaki başlıca kavramlar “ayna evresi, eksiklik, büyük Öteki, jouissance, fallus, objet petit a” şiirde yankılanır.
Ancak şiir, yalnızca Lacancı kavramların mekanik bir yansıması değil aynı zamanda bellek, dil ve kimlik arasındaki gerilimleri açığa çıkaran bir alan olarak da düşünülebilir. Dil, özne’nin kendini tanımlama çabasında hem bir araç hem de bir engel olarak işlev görür. Sözcükler, arzulanan bütüne ulaşmayı vaat ederken aynı zamanda bu bütünü her zaman erteler. Bu erteleme süreci şiirin yapısında tekrar eden bir döngü oluşturarak benlik ve “Öteki” arasındaki mesafeyi sürekli hatırlatan bir eksiklik politikası izler.
Bu bağlamda şiir, yalnızca anlamın üretildiği bir söylem değil anlamın kaybolduğu, bastırıldığı ve “jouissance”ın mekânına dönüştüğü bir “arzu haritası”dır. Tetanos ve İntikam adını taşıyan şiir kitabımda bu eksiklik motiflerinin nasıl şekillendiğini öz biçimde Lacancı perspektiften değerlendirişim dilsel ve imgesel düzeyde şiirin arzu ile kurduğu ilişkiyi hatırlatabilir.
Bu yazı, kendi metnime yönelttiğim Lacancı bir bakışın ürünüdür.
I. Kül
“Objekt a’nın (a nesnesi)” Parçalanışı ve Eksik Temsil
Bu şiir, özne’nin arzunun yörüngesinde kaybolduğu bir ilk aynadır. “Ayna evresi”nin kırık yansımaları şiirin dört bölümünde de yankılanır. “Kuyulardan atıldı canlarım” dizesi, Lacan’ın “eksik olan” özne’yi doğrudan simgeler. Burada özne, özlem duyduğu bütünlüğe ulaşamaz çünkü arzu her zaman eksik olanın peşindedir. Kül’deki benlik, sürekli bir “öteki olan”a doğru uzanır ama ulaşamaz. Bu ulaşılamazlık, “objet petit a”dır.
II. Emre İtaatsizlik
Yasa, Büyük Öteki ve Fallusun Reddi
Bu şiirde emre itaatsizlik bir başkaldırı değil de “Öteki”nin yasasına katılamamanın kaydı denebilir. “Simgesel Düzen”in dışında kalma, itaata dãhil olmama seçimi hissedilir. Söyleyici-özne, “Simgesel Düzen”e giriş yapmamış, adlandırılmamış bir kimlik taşır. “Sesini kıy / Sesini irdele” çağrısı, “Simgesel”in (dil ve yasa) içinde yer almaya çalışmanın formudur. “Fallus”un yani anlamın merkezî kaynağının şiir boyunca eksik kalması dikkat çeker.
III. Kuşanmak
Özne’nin Ontolojik Yarığı ve “Ayna Evresi”nin Bozulması
Kuşanmak, kelime olarak bir donanma eylemini ifade eder: bir şeyin hazırlığı, giyinme, silahlanma ya da yola çıkma hâlidir. Bu başlık, Lacancı anlamda özne’nin “Simgesel Düzen”e katılmaya hazırlandığı bir eşiği çağrıştırır. Şirin bütünü kuşanmanın gerçekleşmediğini ve bu hazırlığın eksik olduğunu gösterir.
“Tertip tilavetinde kımıldamazsam ayıplanacağım / “Sese büyüklük katmazsam olmayacak elçim” dizelerinde özne, bir dilsel törenin/ritüelin içinde konumlanmaya çalışıyor, daha doğrusu zorunda bırakılışın ironi düzleminde bir söylemini sunuyor. Özne, bu sese “büyüklük” katmak zorunda yani kendiliğinden/ doğal olarak bu düzenin parçası değil. Bu da Lacan’ın “Nom-du-Père” (babanın adı) kavramıyla ilişkilidir: dilsel ve kültürel düzen, özne’ye dışarıdan yüklenir.
“İnsan ölmeye ayaklarından başlar” dizesi, özne’nin doğrudan bölünmüş yapısını açığa çıkarır. “Ayna evresi”yle kendini tanımaya çalışan özne, burada görüntüye tutunamaz çünkü “şükür” (özne ile Öteki [Tanrı, doğa, yasa] arasında dilsel bir bağ) eksiktir; dilsel anlamda tanınmak için gereken şükran, “Simgesel” ile barış hâlinde değildir.” Kuşanmak, burada Lacan’ın “benlik illüzyonu”na benzer şekilde, parçalı bir benliğin gösterenlerle kurduğu yaralı ilişkidir.
IV. Hücre
Kapalı Alan, İçe Dönüklük ve Dilsizliğin “Jouissance”ı
“Ve dünya / Sesimden kir aktıkça dünyaydı” Burada özne, dünyayla ilişki kurma biçimini kirli, bozulmuş, bastırılmış bir sesle kurar. Bu, Lacan’ın özne’nin dil ile bölünmüşlüğünü tanımlayan yapısına benziyor denebilir. Özne konuşur ama sözleri kendine bile ulaşmaz.
Burada “ve” ile başlayan dizenin bir öncülün eksikliğini ima ettiğini söyleyebiliriz. Yani şiir sanki bir önceki söylemin devamıymış gibi başlıyor ancak bu öncül bize verilmemiş. Bu eksiklik, Lacan’ın “eksik gösteren (signifiant manquant)” kavramıyla ilişkilendirilebilir. Dilin yapısal olarak eksik ve tamamlanmamış oluşu, öznenin kendisini sürekli olarak bir anlam arayışında bulmasına neden olur. “Ve” bağlacı, öznenin “Simgesel Düzen”e doğrudan yerleşemediğini, hep bir eksiklikle başladığını ve bu eksiklik üzerinden anlam üretmeye çalıştığını gösteriyor olabilir. Yani şiir, öznenin dil içindeki konumunu ve eksiklikle kurduğu ilişkiyi belirtiyor. Ayrıca “Sesimden kir aktıkça dünyaydı” ifadesi, “kirin akışı” ile dünyanın varoluşunu ilişkilendiriyor. Burada “kir”, Lacancı anlamda “leke (tache)” olarak düşünülebilir. Leke, öznenin algısını bozan ve onu eksiklikle yüzleştiren bir unsurdur. Kirin akışı, dünyayı var eden bir süreç olarak sunuluyor; sanki dünya, ancak bu eksiklik ve bozulma ile mümkün hâle geliyor. Bu, Lacan’ın “jouissance (haz-acı iç içeliği)” kavramıyla da bağlantılı olabilir çünkü burada bir tür arzu ve eksiklik iç içe geçmiş durumda.
“İşitilmeyen kalacaksa ağzımda” dizesiyle başlayan sessizlik, “jouissance”ın (haz-acı) zirvesidir. Lacan’a göre en büyük haz, anlamın kırıldığı yerdedir. Bu şiir, öznenin içe kapandığı bir hapishane deneyimi değil dilin yetersizliğinin bedensel karşılığıdır. Şiir, “Simgesel”in çöktüğü noktada bedenle konuşur.
V. Ecza Tablosu
Simulakrum ve Gösterenler Zincirinin Dağılması
Bu şiirde zaman, mekân ve kimlik kavramları birbirine karışır. Lacan’da gösteren zinciri bozulduğunda özne de kimliğini kaybeder. “Eşik kalmadı sahi” dizesi, benliğin herhangi bir “eşik”e sahip olmamasını yani psikanalitik anlamda geçiş nesnelerinin yitirilmesini ifade eder. “Simgesel Düzen”in içindeki boşluklar şiirin yapısında da yankı bulur.
“Simulakrum”; Jean Baudrillard’ın bir kavramıdır, gerçeğin temsili değil de temsilin kendisinin gerçek gibi yaşandığı sahte imge düzlemidir. Yani “temsilin temsili”dir. “Gerçek”in değil onun yerine geçen şeyin yaşanmasıdır.
Bu şiirde dize dize bozulan anlam, dilsel yapısı dağılmış imgeler ve anlam üretmeye fazla yanaşmayan ama bir şey çağrıştıran sözcükler hep bir gerçeğe değil onun yitirilmiş yerine işaret eder. Yani bu şiir, “ecza” gibi iyileştirici görünen ama aslında semptomu sadece tekrar eden bir “tablo” yapısına sahiptir. Bu nedenle şiirin dili simulakriktir, anlam vermez ama anlamın taklidini yapar.
VI. Nöbetçi Taksi
Arzunun Hareketi ve Durağanlık
Buradaki özne, bir yandan hareket ederken diğer yandan sabitlenmiş, “emanet kalmayı bir bulabilse” dizesiyle yerinden olmuştur. Lacan’ın “objet petit a”sı (arzu nesnesi) burada sürekli ertelenen bir şey olarak belirir. Arzuya yönelen özne, her ulaşma çabasında arzusunu bir başka yöne aktarır.
VII. Ya Da Ne Bileyim
Dil Bozukluğu, Anlamın Sürçmesi ve “Jouissance”
Ya da ne bileyim ifadesi, dilin yapısal olarak eksik oluşunun şiirsel karşılığıdır. Lacan’a göre…
Yazının devamı için: https://www.academia.edu/resource/work/129563085


