
Carolina Coronado’nun “A Larra” Şiiri Altro Fikir & Sanat’ta | Samet Polat



Hekim buyurdu: “Vakayı kapatalım,
Tedavi bitti: Sağırsınız… hadise bu.
Demek ki o organ bitirmiş devrini.”
Ve o, gık demeden anladı her şeyi.
“Amma da latife, Tanrı’m, lütfettiğiniz şu beyin
Sanduka niyetine,
ve ben taksitle ömrümün geri kalanını
Gözümle duyacağım, hem de beleşe”
“Ama artık sakının gözden. O hâlde! Ey haset ruhlar,
kulağın yerini tırnakla nöbet tutarak…
Ben ki kepazeliğin suratına en tiz perdeden ıslık çalan,
Yere ve alçaklığa eğilirsem o,
Vaftiz edebilir beni salyasıyla.”
“Ben ki ipleri herkesin elinde bir vitrin kuklası. -Yarın
Sokakta bir dost belki koluma girecek,
ballandırarak diyecek lafı: ‘Kocamış istiridye!’
Ve ben de vereceğim karşılığını: ‘İyilik sağlık, sizden n’aber, sağ olun!’
“Ruhuma abanmış yün bir takke,
(ve o meşhur eşek tekmesi, deh!) ve bir hanımefendi, burnumun dibinde,
avaz avaz ağıtlar yakabilir,
ben en ufak bir karşılıkla basamadan nasırlarına bile.”
“Bir bakire kadar bön, bir cüzzamlı kadar mağrur.”
Elalem içinde derler ki: “Bunak mıdır bu?
İnsan kaçkını mı, evrimini tersten yaşayan şair mi?”
Ve omuz silkerek: “Ah! yok canım, sağır işte, o kadar.”
“Kulakları mühürlü Tantalos’un bu kepaze çilesi!
İzliyorum yemek istediğim kelimelerin uçup gidişini,
sanki bir fırıncıya değil de fiyakalı bir pastanenin
camekânına yapışmış bir açgözlü gibi.”
“Artık ne bir istiridye kabuğunun alçıya sürtünmesi,
ne bir ustura,
ne tunç bir büstü yiyen o eğenin sesi,
ne de canlı bir kemiği biçen testere, bir nutuk, bir piyano!”
Revolverim, o bile, belki kulağıma yarım yamalak
Bir kelime tükürebilir, ağır, boğuk bir yankı gibi
Yarının peşi sıra gelen. Ama yarının şafağı sökmez ki
Nafile… nafile, yarın sağırdır bugünden bile.
Hadi bakalım, elalemin rakkası, çıldırmış beynimin içinde,
Döv şimdi, perdesiz ve avare, o eski, o çatlak tamtamı,
Öyle bir tamtam ki, kadın sesi ona bir kapı zili gibi gelir
Ya da tınısı yumuşaksa kanatlı bir mendil gibi.
Ben de düşüncemi kelimelere salıveriyorum, havaya savurduğum
Öylesine, bilmeden, Hindu dilinde mi konuşuyorum
Yoksa kör bir ayyaşın yanlış deliğe üflediği
Klarnetten çıkan o cırtlak ses gibi mi?

İçilir sabah kahvesi… Ve toprağın rutubeti,
canımın kanı kokar mezarlıktan.
Kış kenti… Bir at arabasının ısırgan ve bitimsiz çilesi,
zincire vurulmuş bir açlığı sürükler sanki!
Çalmak istersin bütün kapıları,
ve sormak istersin kim bilir kimi;
sonra görüp yoksulları ve usulca ağlayarak
bölüşmek istersin taze ekmek dilimlerini.
Ve yağmalamak zenginlerin bağını,
bir ışık darbesiyle
Çarmıh’tan sökülüp uçan
o iki kutsal elle!
Sabahın kirpiği, kalkma yerinden!
Gündelik ekmeğimizi ver bize bugün,
Tanrı’m..!
Bütün kemiklerim başkasının;
ben çaldım belki onları!
Başkasına adanmış olanı
kendime pay etmeye geldim ben bu dünyaya;
ve düşünürüm ki, ben doğmasaydım eğer,
başka bir yoksul içecekti bu kahveyi!
Ben yüzü kara bir hırsızım… Hangi kapıya sığınırım!
Ve bu ayaz vaktinde, toprağın
insan tozuna karıştığı bu kederli anda,
çalmak isterdim bütün kapıları,
ve af dilemek kim bilir kimden,
ve pişirmek ona taze ekmek lokmaları
tam şurada, yüreğimin harında…!
César Vallejo
Kulak ver, ey nazik yolcu, her ne kadar uzak olsan da,
Yalvarırım sana, duy sesimi,
Gök kubbede yeni mumlar yanmakta,
Günbatımını izleyen göğün sureti
Hızlan, sevgili yolcu, sana yol gösteriyorum,
Parlak gözlerini buraya çevir—bak,
İşte hinlik ustası bir ejderha saklanıyor,
Ki uzun zamandır efendimdir ancak.
Ve ejderhanın mağarasında
Ne yasa işler ne merhamet,
Bir kamçı asılı durur meydanda,
Söyleyemediğim ezgiler uğruna.
Kanatlı ejderha lime lime eder bedeni,
Öğretir bana boyun eğmeyi,
Susarım öyleyse, küstah kahkahamı gömerim,
Olacağım el âlemden daha iyi.
Ey yolcum, uzak şehrimize
Taşı bu sözlerimi ve ulaştır,
Acıyı hançer gibi işleyecek olana,
Ama uğruna yaşamayacağıma.
Haziran, 1921
Türkçesi: Samet Polat

People are torn straight from life
Spreading on the earth, casting off their oaths
Betrayal falls in line, bare and exposed
A feast of screams is laid in my hands
It is time to surpass sins that never get watered
Nameless sleeps carry the mirror of disgust
Beyond reckoning, a reason shall be asked, alive and fierce
If faceless footprints are lost at the very start
Let all that is unworthy
Be defeated, then, the sky
For only after losing
Will every prayer begin
Forgotten, it will fall to the ground
No one claims the hidden step anymore
If something remains unknown
It is that I am not called by my name
Mirrors emptied their filth, pushing my feet toward escape
I joined the ritual of memorizing time like rushing water
One does not take time along when running away
I relinquished the tenderness that nurtured absence in my eyes
Among all beings, I sharpened my teeth against my own soul
Finding my direction
Began with fearing birds
When we are struck from the least expected place
Birds gather geraniums
A branch is slipped between my fingers
Before the soil itself
A fraction of my heart cannot even lift a whisper
This world takes relentless roll calls without invitation
My fading search is sent away without a farewell
No one will take my place
Because no one knows my hidden name
Without looking in the mirror, I cradle my fate
I throw myself into the fire, thinning under an ancient spell
If I have leaped through ages
It is because I have not known myself
If I am trapped in this era
It is from the thorns I plucked and swallowed
My face will remain stitched to trampled laments
My account will be erased from my calendars
Without looking in the mirror