Refik Halid Karay’ın Memleket Hikâyeleri yapıtında yer alan “Cer Hocası”, 1908 Devrimi’nin ardından yaşanan idari tasfiyelerin birey üzerindeki yıkıcı etkisini “taklit” ve “hayatta kalma” performansı üzerinden kurgular. Hikâyenin kahramanı Asım, Mülkiye mezunu, saray çevresine mensup, İstanbul’un nezaket ve refahıyla yoğrulmuş bir karakterdir. Ancak siyasi rüzgârın tersine dönmesiyle beraber, Asım’ın sosyal statüsü saniyeler içinde buharlaşır. Karay’ın realizmi devreye girer: Asım, açlıktan kurtulmak için en iyi bildiği şeyi yapar; “öteki” olmayı taklit eder.
I. MİMESİS VE PERFORMANS: DİNİN ARAÇSALLAŞTIRILMASI
Asım’ın Pınarlı köyüne gidişi ruhani arayış veya idealist öğretmenlik arzusu taşımaz. “Cer” geleneğini, yani medrese öğrencilerinin Ramazan aylarında köylere giderek vaaz vermeleri ve karşılığında aynî veya nakdî yardım almalarını kamuflaj olarak kullanır. Burada karşımıza çıkan en çarpıcı unsur, Asım’ın dinî kimliğinin tamamen “mimesis” (taklit) ürünü olmasıdır.
Mülkiye terbiyesi almış olan kahramanımız teolojik derinlikten yoksundur. Fakat İstanbul’un estetik ve retorik gücüne sahiptir. Pınarlı köyündeki vaaz kesiti incelendiğinde, köylülerin etkilenme sebebinin mesajın içeriği olmadığı fark edilir. Onları cezbeden şey; Asım’ın “tatlı uyumlu sesi”, pürüzsüz İstanbul ağzı ve o güne dek duymadıkları nezakettir. Asım, dini manevi sığınak şeklinde değil, izleyici kitlesini (köylüleri) manipüle eden profesyonel sahne performansı gibi kurgular. Karay, burada taşranın biçime duyduğu derin açlığı ve kentli aydının bu zaafı hayatta kalmak adına nasıl sömürdüğünü gözler önüne serer. Asım’ın kimliği artık “öz” olmaktan çıkmış; çevresinin beklenti ve baskılarıyla biçimlenen, değişken bir maske hâline gelmiştir.
II. TASFİYENİN TEKERRÜRÜ: İKTİDARIN MİKRO DÖNGÜSÜ
Hikâye, yapısal olarak iki büyük tasfiye hareketi üzerine kuruludur. İlk tasfiye makro düzeyde gerçekleşir: İstanbul’daki yeni yönetim, saray bağlantıları sebebiyle Asım’ı görevinden uzaklaştırır. Bu, merkezî otoritenin kendi kadrolarını yenileme hamlesidir. İkinci tasfiye ise mikro düzeyde, Pınarlı köyünde vuku bulur. Asım, köylüler tarafından o kadar benimsenir ki, köyün yaşlı imamı artık gereksiz görülmeye başlanır.
İstanbul’da “saray artığı” olarak görüldüğü için yerinden edilen Asım, köyde “yaşlı imamı” yerinden eden “yeni güç” figürüne dönüşür. Güç mekanizması, mekân ve aktörler değişse de aynı acımasızlıkla işler. Yaşlı imamın ağzından dökülen “Bak, ben yaşlıyım, altı çocuğum, iki karım aç kalıyor, çoluğum, çocuğum sokağa düşüyor. Bu karda, bu kışta ben ne yaparım? Nereye giderim? Nasil para bulurum? Bana acı, buradan git, yerimi kapma, ekmeğimi alma, beni sokakta bırakmaya sebep olma” yakarışı, Asım’ın İstanbul’da yaşadığı travmanın köydeki yankısıdır. Ancak Asım, sistemin hem kurbanı hem de (istemeden de olsa) failidir. Karay, iktidar mücadelelerinin sadece meclis salonlarında değil, en küçük yerleşim birimlerinin cami avlularında dahi “sıfır toplamlı bir oyun” (birinin kazanması için diğerinin kaybetmesi zorunluluğu) şeklinde işlediğini hissettirir.
III. DARWİNCİ ARENA OLARAK TAŞRA
Hikâyeye Darwinci perspektifle yaklaşıldığında, Pınarlı köyü huzurlu pastoral sığınak görünümünden sıyrılıp sert bir “doğal seçilim” alanına evrilir. Asım, başlangıçta bu ekosisteme ait olmayan yabancı bir türdür. Fakat hayatta kalma içgüdüsü (survival of the fittest), ona hızla uyum sağlama (adaptation) yeteneği kazandırır.
Asım’ın elindeki “İstanbul Türkçesi” ve “Mülkiye diploması”, bu yeni habitatta kullandığı güçlü savunma silahlarıdır. Köy halkı, kendilerine yabancı ama üstün görünen bu “yeni türü” (Asım’ı), verimliliği azalmış olan “eski türün” (yaşlı imamın) yerine tercih eder. Yaşlı imamın fiziksel çöküşü, hırıltılı sesi ve çaresizliği onun doğal seçilim sürecinde elendiğinin işaretleridir. Asım ise bu rekabeti kazanmak üzereyken, içindeki son ahlaki kırıntıyla -ya da köksüzlüğünün verdiği kaçma dürtüsüyle- alanı terk eder. Bu kaçış, onun doğadaki “avcı” rolünü reddetmesi şeklinde yorumlanabilir; lakin aynı zamanda yenilgiyi kabul etmesidir.
IV. MEKÂNIN DARALMASI VE RUHSAL KÜÇÜLME
Metindeki mekân geçişleri karakterin psikolojik haritasını çizer. İstanbul’daki yalılar ve konaklardaki geniş odalar, Asım’ın geniş yetkilerini ve ferah ruh hâlini simgeler. Ancak yoksulluk başladığında mekânlar daralmaya başlar. Vezirhanı’ndaki tozlu, rutubetli ve kalabalık oda, Asım’ın toplumsal kimliğinin ilk büyük çatlağıdır.
Köydeki “ahırla mutfak arasındaki toprak döşeli oda” ise dip noktadır. Asım’ın burada “yaralı kedi” gibi kıvrılması, insanlık onurunun mekânsal olarak en dar sınıra çekilmesidir. Pınarlı köyünde gördüğü itibar ona geçici ferahlık sağlasa da imamın hasta yatağındaki itirafıyla mekân tekrar boğucu olur. Karay, Asım’ın ruhsal sıkışmışlığını fiziksel mekânların kısıtlılığıyla paralel yürütür. Son sahnedeki kaçış, köyü ve daralan ruhsal kafesi geride bırakma çabasıdır.
V. LİNGUİSTİK OTORİTE: DİLİN GÜCÜ VE İHANETİ
Asım’ın elindeki en büyük sermaye dildir. Medrese eğitimi almamış olsa dahi, İstanbul lehçesinin getirdiği “yüksek kültür” tınısı, köylüler üzerinde büyüleyici bir otorite kurar. Dil, burada yalnızca iletişim amacı taşımaz; aynı zamanda sınıfsal aidiyeti yansıtır. Köylüler, Asım’ı dinlerken aslında söylediklerini tam anlamıyla kavramazlar; onlar, kelimelerin yaydığı “medeni” havaya teslim olurlar.
Öte yandan, yaşlı imamın sesi “hırıltı” olarak betimlenir. Geleneksel olanın dili artık işlevsizleşmiş, anlaşılmaz hâle gelmiş ve yıpranmıştır. Asım’ın pürüzsüz dili ise modernitenin (veya modernleşmeye çalışan bürokrasinin) sahte ama etkileyici yüzünü temsil eder. Karay, dilin nasıl bir manipülasyon aracına dönüşebileceğini, hakikatten kopuk ama estetik açıdan kusursuz bir vaaz üzerinden kurgular. Asım’ın sessizliği tercih ederek köyden ayrılması oynadığı dil oyununa son vermesi anlamına gelir.
VI. DUYUSAL SEMBOLİZM: KOKULAR VE SESLER
Refik Halid, atmosfer yaratma konusunda duyuları sonuna kadar kullanır. Hikâyenin başındaki Vezirhanı tasvirinde “yağ mumu, lapçin ve heybe” kokuları okuyucunun burnuna fakirliğin kesif kokusunu çarpar. Nitelenen kokular, Asım’ın geçmişindeki “lavanta ve temiz çarşaf” kokulu İstanbul hayatıyla taban tabana zıttır.
Sesler de benzer işlev görür. Köy kahvesindeki derin sessizlik, Anadolu’nun asırlık ataletini ve uyuşukluğunu sembolize eder. Asım’ın sesi simgesel sessizliği bozar, ona ritim katar. Fakat hikâyenin kırılma noktasında, imamın can çekişen hırıltısı, Asım’ın “estetik sesini” boğar. Hırıltı gerçektir; vaaz ise kurgudur. Gerçekliğin çıplak ve çirkin sesi, kurgunun büyüleyici müziğini susturur.
VII. KÖKSÜZLÜK VE AYDIN YABANCILAŞMASI
Asım, Türk edebiyatındaki “tutunamayanlar” silsilesinin erken bir öntaslağıdır. O, ne tam İstanbullu aristokrattır (çünkü saraydan kovulmuştur) ne de halk adamıdır (çünkü köylüyü sadece bir seyirci kitlesi olarak görür). Heybesinde sakladığı Mülkiye diploması onun gerçek kimliğidir ancak bu kimlik o günün şartlarında hiçbir işe yaramaz.
Asım’ın dramı ait olamama durumudur. İstanbul’da “yabancı” ilan edilen, köyde ise “sahte kahraman” olarak yaşamak zorunda kalan bu adam, modern bireyin köksüzlük sancısını temsil eder. Ramazan bittiğinde dahi köyden gitmesine izin verilmemesi onun için “ödül” değil, “esaret” başlangıcıdır. Köylülerin onu imamlık kadrosuna atama girişimi, Asım’ın ruhsal özgürlüğünün sonu demektir. Kaçış kararı, belki de hayatındaki tek dürüst eylemdir.
VIII. SONUÇ: NEŞTERİN KESTİĞİ HAKİKAT
Refik Halid Karay, “Cer Hocası” ile toplumsal bir kesiti dondurup incelemeye alır. Hikâyede ne Asım tamamen suçludur ne de köylüler tamamen gaddardır. Herkes kendi hayatta kalma savaşının içindedir. Yazar, nesnel tavırla, insanın en temel güdülerinin (açlık, barınma, itibar) ahlaki değerleri nasıl erittiğini resmeder.
Asım’ın şafak vaktinde köyü terk edişi arınma sahnesi olarak görülebilir. Arkasında bıraktığı otuz mecidiye, vicdan azabının bedelidir. Ancak bu bedel, yerinden edilen yaşlı imamın hayatını geri getirmeyecektir. Karay’ın kaleminde “Cer Hocası”, insanın içindeki karanlık çatışmanın -ego ile vicdan, sahtelik ile hakikat arasındaki uçurumun- sessiz ve etkileyici vesikasıdır. Birey, sistemin dişlileri arasında ezilse de bazen tek çıkış yolunu hiçlikte veya yolculukta bulur. Asım’ın karlı yollara vurduğu her adım, aslında sahte kimliğinden uzaklaşma çabasıdır.
