“Tetanos ve İntikam” Şiir Kitabı İçindekiler Bölümü

Academia: https://www.academia.edu/resource/work/128167380

"Tetanos ve İntikam" Şiir Kitabı İçindekiler Bölümü

Edinmek İçin Dokununuz

Kulak Ver

Kulak ver, ey nazik yolcu, her ne kadar uzak olsan da,
Yalvarırım sana, duy sesimi,
Gök kubbede yeni mumlar yanmakta,
Günbatımını izleyen göğün sureti

Hızlan, sevgili yolcu, sana yol gösteriyorum,
Parlak gözlerini buraya çevir—bak,
İşte hinlik ustası bir ejderha saklanıyor,
Ki uzun zamandır efendimdir ancak.

Ve ejderhanın mağarasında
Ne yasa işler ne merhamet,
Bir kamçı asılı durur meydanda,
Söyleyemediğim ezgiler uğruna.

Kanatlı ejderha lime lime eder bedeni,
Öğretir bana boyun eğmeyi,
Susarım öyleyse, küstah kahkahamı gömerim,
Olacağım el âlemden daha iyi.

Ey yolcum, uzak şehrimize
Taşı bu sözlerimi ve ulaştır,
Acıyı hançer gibi işleyecek olana,
Ama uğruna yaşamayacağıma.

Haziran, 1921

Anna Ahmatova


Türkçesi: Samet Polat

Anna Ahmatova Şiir Çevirisi, Samet Polat

Aynaya Bakmaksızın


People are torn straight from life
Spreading on the earth, casting off their oaths
Betrayal falls in line, bare and exposed
A feast of screams is laid in my hands
It is time to surpass sins that never get watered
Nameless sleeps carry the mirror of disgust

Beyond reckoning, a reason shall be asked, alive and fierce
If faceless footprints are lost at the very start
Let all that is unworthy
Be defeated, then, the sky
For only after losing
Will every prayer begin
Forgotten, it will fall to the ground
No one claims the hidden step anymore
If something remains unknown
It is that I am not called by my name

Mirrors emptied their filth, pushing my feet toward escape
I joined the ritual of memorizing time like rushing water
One does not take time along when running away
I relinquished the tenderness that nurtured absence in my eyes
Among all beings, I sharpened my teeth against my own soul
Finding my direction
Began with fearing birds

When we are struck from the least expected place
Birds gather geraniums
A branch is slipped between my fingers
Before the soil itself
A fraction of my heart cannot even lift a whisper
This world takes relentless roll calls without invitation
My fading search is sent away without a farewell
No one will take my place
Because no one knows my hidden name

Without looking in the mirror, I cradle my fate
I throw myself into the fire, thinning under an ancient spell
If I have leaped through ages
It is because I have not known myself
If I am trapped in this era
It is from the thorns I plucked and swallowed
My face will remain stitched to trampled laments
My account will be erased from my calendars
Without looking in the mirror

Lacan

“Bir düşünceyi düşünmemenin yegâne yolu, başka bir düşünceyi düşünmektir.”      

      


       Ahmet Haşim’in 1928 yılında bir Fransa akşamında Montparnasse’ta küçük bir Rus lokantasında tanışıp sohbet ettiği ve “sanat akımlarını yakından takip eden Fransız genci Doktor Lacan” şeklinde nitelediği Jacques Lacan, 1901 doğumlu Fransız bir psikanalisttir. Lacan, Haşim’in “edebiyatınızın son manzarası nedir?” diye yönelttiği soru üzerine çeşitli sanat akımlarından bahseder ve bu uzun süren edebî sohbetten sonra Haşim’le birlikte “hayatın renkli helezonlarla açılıp kapandığı neşeli bir dancing”e gider. Jacques Lacan’ın derin boyutlu metinlerinin bizi götüreceği neşeli bir dans düzlemi de sanırım, bilinçdışının özgürlüğünü fark etmek olacaktır.

       Freud’un kişilik gelişimi dönemlerine başka bir açıyla yaklaşan Lacan; kişinin İmgesel, Simgesel ve Gerçek olmak üzere üç döneminin olduğunu belirttiği “ayna evresi” ile bize ben’in keşfi anlamında bir özne kurulumu sunar. Hayat boyunca sürecek olan bu özne, “arzu” ve “eksiklik” çatışmasından doğan enerji ile ilerleyişine devam eder. Aynanın, yeni meydana gelmiş bir ego’yu imgelediğini düşünürsek bebeğin kendisini dış dünyanın yıkıcı etkilerinden korumak adına bir “ego” sığınağına kaçtığını söyleyebiliriz. Narsisizmin ortaya çıkışı da bu şekilde gerçekleşecektir ve narsisistik dürtülerin ego’dan güçlü bir doyuma ulaştırıcı yanıtlar alamaması da ben’in eksik kuruluşuna hem de bunun yarattığı yabancılaşmaya sebep olacaktır.

       Lacan, psikanalizde daha önceleri yer bulmamış olan yabancılaşma kavramını sıklıkla kullanır. Ego’nun yabancılaşmayı sağlayan yapısı ile bebeğin özdeşleştiği anneden bağımsız büyüyemeyecek olmasının bebekte yarattığı “parçalanmış beden” korkusu arasında ilişki vardır ve en güzel aktarıldığı yer Hieronymus Bosch’un tablolarıdır. Bosch’un eserlerinde cehennem, işkence, kopmuş organlar gibi unsurlar bolca işlenir. Aynanın önünde annesiyle duran çocuk, ilk aşamada yansıyan görüntüleri karıştırır; ikinci aşamada çocuk, aynadaki görüntünün gerçek olmadığını fark eder ve son aşamada ise çocuk, görüntünün kendi imgesi olduğunu ve annesinin “öteki” olduğunu anlar. Bosch’un resimlerine önem atfeden Lacan, bu resimlerde yanıltıcı bütünlüğün ve parçalanmanın kendisini gösterdiğini düşünür. Benlik kazanan ve kendisinin farkına varan özne, inşasını “öteki” üzerinden gerçekleştirir. Benlik’in sadece “öteki” kavramı üzerinden gerçekleşebileceğini düşünen Lacan, “küçük öteki” ve “büyük Öteki” kavramlarını ortaya atmakla psikanalizde bir yenilenme sağlamıştır. Freud’u yeniden okuyan bir Lacan değil de psikanalizi dönüştüren bir Lacan ile karşılaşırız.           

       Özne’nin imgesel görüntüdeki gösterenleri belirten “küçük öteki” ve simgesel dönemde ortaya çıkan, babayı sembolize eden “büyük Öteki” arasında kalarak kendine yabancılaşmasını “özne’nin yarılması” olarak tanımlayan Lacan, Freud’un zihni id, ego ve süperego şeklinde ayırmasına ek olarak (…)

(Bu yazının eksiksiz metni için bkz.: Samet Polat, Edebiyatın Katmanlarında: Şiir, Kurmaca ve Düşünsel İzler, ss. 70–74)

Edebiyatın Katmanlarında: Şiir, Kurmaca ve Düşünsel İzler

Vüs’at O. Bener’in “Anlaşılmayan” Hikâyesi Üzerine Bir İnceleme

Özet: Çağdaş Türk edebiyatının ve 1950 kuşağının etkili yazarlarından olan Vüs’at Orhan Bener, 1957 yılında yayımladığı Yaşamasız adlı hikâye kitabıyla yeni bir dil yaratmıştır. Sözü edilen kitabında bulunan “Anlaşılmayan” hikâyesi ilk kez Ağustos 1954 tarihli Seçilmiş Hikâyeler dergisinde yayımlanır. Vüs’at O. Bener “Anlaşılmayan” hikâyesi ile yenilik arayışlarını sürdüren, okuru metne dahil etme çabası olan bir tutumla bireyin anlaşılmazlığını, kaygı ve takıntılarını hastane düzleminde okuyucuya aktarır ve bilinç akımı tekniğiyle psikolojik bir görünüm çizer. Bu çalışmada, Vüs’at O. Bener’in hikâyeciliği hakkında kısa bir bilgi verildikten sonra sözü edilen kitabındaki “Anlaşılmayan” hikâyesi, anlatıcı ve bakış açısı, içerik ve kişiler kadrosu, dil ve üslûp başlıkları altında ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Çağdaş Türk edebiyatı hikâyecileri, Vüs’at O. Bener, Anlaşılmayan hikâyesi

Devamı için: https://www.academia.edu/resource/work/123895901

Faruk Duman’ın “Kırk” Romanına Varoluşçuluk Bağlamında Bir Bakış

Özet: Çağdaş Türk edebiyatının yenilikçi yazarlarından biri olan Faruk Duman’ın 2006 yılında yayımladığı “Kırk” adlı romanında geleneğin bir göstergesi olan “hikâye anlatma” yerine varoluşun daha derin boyutlarıyla duyumsanmasının kapılarını açan “yazma eylemi” vardır. “Kırk” romanında kelimelerin bilinçte uyandırdığı imajların dikkatli okura düşsel bir varlık alanı sağladığı görülür. Metnin kaotik formunu kendi algılama düzeyiyle alımlaması beklenen okurun “Kırk” romanı ile deneyimleyeceği olgu yeniden doğuş ve varoluştur. Romanın tek teması metnin kendisini kurması ve bu kurmacaya tanıklık eden okurun dilsel varlığa erişmesidir. Bu çalışmada Faruk Duman’ın roman anlayışı ile ilgili kısa bir bilgi verildikten sonra “Kırk” romanı varoluşçuluk temelinde; absürt, korku, kaygı, ironi gibi kavramlar özelinde incelenecektir.


Anahtar Kelimeler: Çağdaş Türk edebiyatı romancıları, Faruk Duman, “Kırk” romanı, varoluşçuluk

Devamı için: https://www.academia.edu/resource/work/123890349

Samet Polat Kütüphanesi

Alain Robbe-Grillet’nin “Yeni Roman” Kitabının Gösterdikleri

       Grillet’nin bir roman kuramcısı olmadığını belirterek başladığı “Yeni Roman” adlı kitabında kendisine yönelik eleştirilerin ve övgülerin de geçmişteki “büyük romanlar”a göndermelerde bulunarak yapılmasından şikayetçi olduğu görülür. İnsanı dünyadan kovmak, kitapların yazılışındaki tüm düzeni yıkmak amacıyla söylenen “bakış ekolü”, “nesnel roman”, “gece yarısı ekolü” gibi adlandırmalara maruz kalan Grillet, bu düşünce ve olguları saçma bulur. Grillet, “Yeni Roman” terimini insanla dünya arasındaki yeni ilişkileri ifade edebilecek, yeni roman formları arayan, romanı ve insanı icat etmek isteyen kişileri kapsayan bir niteleme olarak kullanır. Bu anlayışta geçmişin biçimlerini tekrarlamanın zararlı ve abes olduğu, bununla birlikte yarının dünyasını ve insanını şekillendirmesine engel olduğu düşüncesi önemlidir. Hareketlilik anlamını taşıyan “Yeni Roman” tasarımında yazarlar zaten yazdıkları dönemin yeni romanını kurmaktadır ve bu sebeple tarih içinde yazılan romanları tekrar etmek canlılığı ortadan kaldıran bir unsurdur. Bu bağlamda her romancı, her roman kendi biçimini bulmalıdır. Kuramsal görüşlerle eserleri incelemenin şaşırtıcı bir sonucu olmayacağını çünkü aradaki ilişkinin diyalektik olduğunu ifade eden Grillet’ye göre bu inceleme sonucunda yine aynı düşünceler ortaya çıkar. Yazarın eseri neden ve nasıl oluşturduğu soruları önemsizdir; yazarın inşa ettiği eserin kendisi değerlidir.

Devamı için: https://www.academia.edu/resource/work/123921388

Nezihe Meriç’in “Korsan Çıkmazı” Adlı Romanına Edebiyat Sosyolojisi Açısından Bakış

       Nezihe Meriç’in ilk olarak 1961 yılında yayımladığı “Korsan Çıkmazı” romanında yazarın yaşam öyküsünden izler görmek mümkündür. Nezihe Meriç gibi anlatının başkişisi olan Meli’nin de bir kız çocuğu vardır. Meriç’in 1943’te Edebiyat Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okurken dikkatle dinlediği edebiyat öğretmeni Mehmet Kaplan’dan ilhamla Meli karakteri bir edebiyat öğretmenidir. Meli’nin çocukluk arkadaşı olan Berni, konservatuvar öğrencisidir ve piyano dersleri görür. Nezihe Meriç de 1956 yılında yaptığı evliliğe kadar öğrenim hayatında piyano çalmayı öğrenmiştir. Yazarın kişiliğini belli imgelerle aktardığı romanda sosyolojik çözümlemenin olanakları şekillenir.

       Köy Enstitülerinden yetişen Talip Apaydın, Fakir Baykurt gibi yazarların ve bu enstitülerden mezun olmasa da köy ve köylü yaşamını toplumcu gerçekçi bakış açısıyla ele alan Yaşar Kemal gibi yazarların ürettiği eserlerden farklı olan “Korsan Çıkmazı” daha bireysel ve içe dönük bir eserdir. Bu dönemde yazılan romanlar sıklıkla toplumcu gerçekçi özellikler gösterse de “Korsan Çıkmazı” romanında toplumcu gerçekçi anlayışta olduğu gibi idealize edilmiş tipler yoktur ve olaylar Anadolu’da gerçekleşen zalim-mazlum halk çatışmasına veya alt-üst sınıf karşıtlığına dayanmaz. Okumak için Doğu Anadolu’daki küçük bir ilden Orta Anadolu’daki büyük bir kente göç eden Meli ve Berni’de göçün ortaya çıkardığı problemler, toplumsal dönüşümün sıkıntıları veya acıları biçiminde değil de çocukluk anılarını geriye dönüşle hatırlayarak yaşadıkları güncel durumu fark etme hâli vardır. Bilinçli olarak konservatuvar okumak ve öğretmen olmak isteyen bu roman kişileri, yaptıkları göç sonunda modern bir yaşantı içerisinde olan Neyyire hala ve onun kocası Muharrem amca ile birliktelik kurar. Bu düzlem ile modernleşmenin ayak seslerinin duyulduğu Türkiye, iki arkadaşın yaşantısıyla okuyucuya aktarılır.

       “Bir tepenin üzerinden, bizim Akçakadı Mahallesi’ne bakıyordum. Bizim eski, dar, çamurlu sokaklarımız bir yanda; yeni, geniş yollar öbür yandaydı. Biz eski evler, eski adlarlaydık. Handan, Pehlâne, Nebahat, Meliha, Süheyla… Yeni evler, yeni yollar, yeni adlarlaydı oysa: Işık, Su, Erol, Yalçın, Vural, Bora…” (Meriç, 1999: 111) şeklinde ifade edilen bu değişim, dış dünyadaki gerçekliğin roman aracılığıyla kurmaca bir evrende okura yansıtılmasıdır. Meli ve Berni on beş yaşındayken anlamlandırmakta zorluk yaşadıkları İkinci Dünya Savaşı çıkar. Evde yoğun olarak savaş ile ilgili konuların konuşulduğu, (…)

(Bu yazının eksiksiz metni için bkz.: Samet Polat, Edebiyatın Katmanlarında: Şiir, Kurmaca ve Düşünsel İzler, ss. 45–49)

Edebiyatın Katmanlarında: Şiir, Kurmaca ve Düşünsel İzler

Refik Halid Karay-Cer Hocası (Memleket Hikâyeleri)


“Cer Hocası” ile ilgili diğer yazı için:

https://sametpolat.net/2019/06/18/mesrutiyetin-golgesinde-bir-kimlik-fragmani-cer-hocasi


“Cer Hocası” hikâyesinde olay, tanrısal bakış açısıyla anlatılmış. Asım, Mülkiye mezunu ve gayet iyi eğitim almış, yetenekli, akrabası prestijli bir kişidir. Maarifte memurdur ve rahat içinde yaşamaktadır. Ama Meşrutiyet ilan edilince hükümet tarafından “saraya mensubiyet” gerekçesiyle açığa alınır. Açlığa ve sefalete düşer. Meşrutiyet’e ve hükümete karşı tavır alır. Bu yaşananlar ona göre millî bağnazlıktır. Asım’ın karakter çizimi böylece başlar. Meşruti hükümetin ortaya çıkardığı problem ilk olay halkasını oluşturur. Asım için İstanbul, mutluluğun ve rahatın simgesi iken işsizliğin sürüklediği fakirlikle artık tam tersi bir hâ alır. Ve fakat Asım, İstanbul’a karşı kötü duygular beslemez. Bu hikâyede zaman geleneksel nitelikte işlenmiş ve Asım’ın başka özellik ya da düşüncelerini açığa çıkaracak geriye dönüş tekniği kullanılmamış. Ailesi ile ilgili bilgi kesinlikle yok. Zaman, mekân ve kişi tasvirleri yok denecek kadar az. Hikâyenin vaka zamanı II. Abdülhamit ve …

(Bu yazının eksiksiz metni için bkz.: Samet Polat, Edebiyatın Katmanlarında: Şiir, Kurmaca ve Düşünsel İzler, ss. 62–65)

https://odkitap.com/edebiyatin-katmanlarinda-siir-kurmaca-ve-dusunsel-izler-samet-polat/

Vüs’at O. Bener-Dam Öyküsü İncelemesi


Dam öyküsünde anlatıcı, kahraman-anlatıcı figürüdür. Bakış açısı tekildir. Öykü, benmerkezli anlatım biçimiyle sunulmuş. Kerim tarafından anlatılır. Bu durum, bireyi ön plâna çıkarır. Birey kendi bunalımını, çıkmazını anlatır. Ben-anlatıcı sınırlı bir bakış açısı verse de öykünün realitesini güçlendirir. Ayrıca yalın anlatımın tercih edilmesi, Kerim ve Naci’nin iç dünyalarını daha görünür hale getirmiş.


       Öyküdeki temalar anlamsızlık, sıkıntı, suç işleme, saldırganlıktır. Merkezî kişi Kerim’dir. Olayları o anlatır. Kerim, yuvarlak bir karakterdir. Karakterizasyon çizimi, açıklama yöntemiyle değil dramatik yöntemle yapılmış. Bu durum aynı zamanda 1950 Kuşağı Öyküsünün modernist atılımlarından birisidir.


       Birinci metin halkasında Kerim, karşı evin damını onaran adamı izlerken çok samimi olmasa da senli-benli olduğu arkadaşı Naci’yi görür ve onu eve çağırır. Naci, canının sıkkınlığından, annesinin huysuzluğundan bahseder: “Cidden patlıyorum. Alışamadım gitti bu kasabaya.” İşte bu bunaltı, mekânla uyumsuzluk öyküdeki içeriğin değiştiğinin göstergesidir. Sıkkınlık, hiçliği ve anlamsızlığı beraberinde getirir. Naci bunaltısını anlatadururken Kerim, damda çalışan adamın düştüğünü söyler Naci’ye ve fakat onu kandırmıştır. Kerim’in bu kötücül eylemi onun sıkıntısından kaynaklanıyor.


       İkinci metin halkasında Naci…

(Bu yazının eksiksiz metni için bkz.: Samet Polat, Edebiyatın Katmanlarında: Şiir, Kurmaca ve Düşünsel İzler, ss. 58–61)

https://odkitap.com/edebiyatin-katmanlarinda-siir-kurmaca-ve-dusunsel-izler-samet-polat/

Halid Ziya Uşaklıgil’in Bilinmeyen Bir Kitabı: İlm-i Sîma

Roman ve hikayeleriyle hafızamızda yer edinen Halid Ziya Uşaklıgil’in 1894’te yayınladığı ve şimdilerde Büyüyen Ay Yayınları tarafından ilk defa günümüz Türkçesine aktarılan kitabı “İlm-i Sîma” dış görünüşten ve fiziki özelliklerden bir iç okuması yapmaya çağırıyor okurlarını.

Sîma ilmi, Allah’ın beşerlere dokuduğu saklı halleri ortaya çıkarma girişimidir.                 

Halid Ziya, kitabın başlangıcında insan çehresinin dışarıya muhtelif şekillerde aksettiğinin altını çizmiştir. Sîma ilminin, ruh hallerindeki değişimlerle çehrede ne tür belirtiler meydana getirdiğini anlamaya çalışmanın bilgisini edinmekte bir yöntem olduğunu izah etmiştir.

Hipokrat, Aristoteles, Marcus Aurelius, Montaigne gibi isimlere atıfta bulunarak, sîma ilminin faydalarını ve gerekliliğine olan inancını dile getiriyor. Daha sonrasında bu ilmi büyük bir maharetle uygulamış olan Kaspar Lavater adındaki İsviçreli filozofa yoğunlaşan Uşaklıgil; Lavater’in kendi dönemindeki insanların sîmalarına bakıp onları nasıl isabetli tespitlerde bulunarak keşfettiğini misaller vererek gözler önüne seriyor.

İnsan, öncelikle kendi nefsini tanımalıdır.

Halid Ziya, Lavater’in bir sözünden yola çıkarak şu hususu belirtmiştir: “İnsanlar ancak kendi nefsinin mevcudiyetindeki durumları ortaya çıkarıp fikir sahibi olarak başkalarının sîmaları hakkında hükümler verebilir.”

Ayrıca bu ilim sayesinde muhataplarımızın riyalarını tespit ederek kendimizi koruma altına alabileceğimiz vurgulanmıştır.

Tüm bu izahlarla beraber Halid Ziya, sîma ilminden kesin beklentiler duyulmaması gerektiğini, bu işin insan çehresindeki iz ve işaretlerin aslında onun hangi ruhani durumda olduğuna tekabül ettiğini belirleme çabası olduğunu söylemiştir. Allah’ın yaradılışta bahşettiği bu kabiliyeti ilim çerçevesinde düşünerek hareket etmek aslî düşüncemiz olarak vurgulanır.

Bu anlatılanlardan sonra insan yüzünü oluşturan unsurlara değinilmiş ve maddeler halinde sıralanarak bu unsurların şekil ve şemaillerine göre karakter tayini yapılmıştır.    

Gözler, Allah’ın bütün duygulara bir ayna olmak üzere yarattığı tercümandır.              

Gözlerin, karakter tahlilinde büyük rol oynadığını belirten Uşaklıgil, Lavater’in göz rengi ve yapılarına göre keşfetme bilgisini maddeler halinde sıralamış ve bunlara da ilaveler yapmıştır. Özellikle göz bahsinde ilginç çıkarımlar dikkat çekmektedir. Küçük, yuvarlak ve hareketli gözleri olanların hırsızlığa meylinin yüksek olduğunu söyleyerek bu kişilerden sakınmamız tavsiyesinde bulunmuştur.

Kitabın son kısmında, önceki maddelere bir ek olarak özel karakter sahiplerinde olması beklenen bazı özellikler anlatılmıştır. Halid Ziya, kitabın bitiminde ise sakınmamız gereken kişilerden söz eder. Bunlardan birkaçını sıralayalım:                                              

  • Ufak yüzlerde büyük göz bulunan kısa ve zayıf insanlardan sakınınız.  
  • Donuk ve doğal olmayan gözler, siyah saçlı ve kıvrık burunlu insanların hilekâr olduğundan emin olunuz.
  • Yüzünde sizce tabiî olmayan bir hal olup da özellikle üzüntü zamanında ortaya çıkan insanlarla dostluk etmeyiniz.

Bu önemli kitaba, Yusuf Halis’in  Lavater’den çevirdiği Kıyafetnâme-i Cedîde eserindeki yüz hallerini anlatan resimler eklenmiş, böylece anlatılanlarla büsbütün bir ahenk sağlanmıştır.

 

Samet Polat Kütüphanesi
İlm-i Sîma
Kitaptan Görseller