Nâbizâde Nâzım’ın Zehra Romanına Psikanalitik Bir Bakış
Samet Polat

Özet
Tanzimat edebiyatı yazarlarından biri olan Nâbizâde Nâzım’ın ilk olarak 1894 yılında Servet-i Fünûn dergisinde yayımladığı Zehra adlı romanındaki kişilerin psikolojik özellikler göstermesi dolayısıyla psikanalitik çözümleme yapabilmenin imkânı doğmuştur. Eserdeki roman kişilerinin psişik yapılarının ve sergiledikleri tutumların tahlili için psikanalitik yöntem kullanılmıştır. Bu çalışmada yazarın bilinçli bir seçim olarak yapmasa da ferdin içsel ve dışsal dinamiğinin psikanalitik eleştiri kuramına göre irdelenmesi açısından olgular sunan, bilinçdışındaki sembollerin okura psikolojik varlık alanı sağlayan metin halkaları psikanaliz temelinde kıskançlık, haset, libido, arzu nesnesi gibi kavramlar özelinde incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Nâbizâde Nâzım, Zehra romanı, kıskançlık, haset, dürtü, nevroz
Summary
The novel Zehra by Nâbizâde Nâzım, a prominent writer of the Tanzimat literature period, was first published in 1894 in the magazine Servet-i Fünûn. Due to the psychologically complex nature of its characters, the novel lends itself to a psychoanalytic reading. In this study, the psychic structures and behaviors of the characters are analyzed using psychoanalytic methods. Although the author may not have made a deliberate choice to construct the novel this way, the internal and external dynamics of the individual in the text offer rich material for psychoanalytic criticism. The narrative segments, which contain unconscious symbols providing readers with a psychological realm, will be examined through key psychoanalytic concepts such as jealousy, envy, libido, and the object of desire.
Keywords: Nâbizâde Nâzım, Zehra novel, jealousy, envy, drive, neurosis
Zehra Romanında Psikanalitik Bağlamda Haset Duygusunun Etkileri
“Zehra çocukluğundan beri pek kıskançtı. Hele kendisinden iki yıl sonra doğan Bedri’yi o derece kıskanırdı ki, işi birkaç kere çocuğu sanki boğmak, kafasını ezmek gibi vahşiliklere kadar ileri götürmüştü.” (Nâzım, 2019: 14) ifadeleriyle karakteristik özelliği çizilen Zehra’nın bu durumu aslında haset kavramına daha yakındır. Zehra’nın yıkıcı dürtüsü, salt bireysel bir patoloji olmaktan öte, natüralizmin “soyaçekim” (heredite) ilkesiyle psikanalizin “kuşaklararası travma aktarımı” arasındaki karanlık kesişim noktasında durur. Annesinin çözümlenmemiş nevrotik mirasını biyolojik ve psikolojik bir yazgı olarak devralan Zehra, ebeveyn süperegosunun baskısı altında, iradesi dışında işleyen bir mekanizmanın, yani annesinin kaderini tekrar etmeye mahkûm bir Sisyphos’un trajedisini yaşar. Lacan, kıskançlık ile hasetin birbirine karıştırılmamasını söyleyerek “[H]aseti doğuran genellikle haset duyanın hiçbir işine yaramayacak mallara bir başkasının sahip olmasıdır.” (Lacan, 2013: 124) diye tanımladığı haset olgusu Zehra’da yoğunluklu bir duygu olarak görülür. Lacan’ın işaret ettiği şey bakış görevidir ve filozof Augustinus’un meme emen kardeşine haset dolu gözlerle bakan bir bebeği anlatmasından yola çıkarak “[öznenin] üstüne kapanan bir eksiksiz-lik imgesi karşısında (…)” (Lacan, 2013: 124) kaygı ve korkuya kapılmasını vurgular.

Zehra’nın “kıskançlık” hâlini gören Suphi, ona acısa da bir zaman sonra “kişiliğin daha düşük düzeydeki parçası [olan]” (Jung, 2005: 13) gölge arketipinin etkisiyle erotik dürtü olarak; “Bahçede gördüğü kimse, bir gül fidanının sararmış yapraklarını koparmakla uğraşıyordu: saçlarını özensizce, dağınık olarak toplamış, arkasına doğru atıvermiş. Kavuniçi renkli satenden bir hafif entari giymiş; entarinin kolları dirseklerini pek de aşmıyor, beyaz kolları görünüyor; entarisinin göğüs düğmelerinden iki tanesi çözülmüş, içindeki gömleğin göğsü açılmış, beyaz göğsü yarı yarıya görünmekte. Dar entari göğsünü kavrayamayacak derecedeydi.” (Nâzım, 2019: 18) ifadeleriyle anlatılan bu sekansta Zehra’yı gizlice izler ve ondan etkilenir. Nesne libidosunun yüksek bir seviyeye gelmesiyle âşık olma durumu gerçekleşir.
“Libido [,] dürtünün doğasını anlamamız bakımından (…) [g]erçekdışı bir organdır.” (Lacan, 2013: 218) ve ruhsal enerjinin kaynağı olarak kişiliğin işlevini düzenler. Suphi, gizlice izlediği Zehra’nın o anki görüntülerini hayallerinde tekrar ederek Zehra’yı bir arzu nesnesine dönüştürmüş olur. Bu gözetleme (voyeurism) anı ve Zehra’nın daha sonraki ev içi takip süreçleri, Freud’un “tekinsiz” (Das Unheimliche) kavramıyla örtüşür. Başlangıçta mahremiyetin ve huzurun (Heimlich) teminatı olması gereken köşk, bastırılanın geri dönüşüyle birlikte korkutucu ve yabancı (Unheimlich) bir mekâna dönüşür; ev artık karakterleri koruyan bir kabuk değil, sırların duvarlardan sızdığı ve Zehra’nın zihinsel mimarisindeki karanlıkla eşzamanlı kararan tekinsiz bir labirenttir. Bu hayalleri kurarken Zehra’nın babası Şevket Efendi de karşısına çıkar ve “korkusundan, utancından kan tere bat[ar.]” (Nâzım, 2019: 21) Söz konusu hayal sayıklamaları yokluğun sembolüdür ve “sevmenin kendisi benlik saygısını ve özgüveni zayıflatır.” (Freud, 2020: 88) Dolayısıyla Suphi, zayıflığı güçlendirmek için sevgisine karşılık bularak sevilen nesneye sahip olmak zorundadır. Haz ilkesi etrafında Suphi’nin Zehra’nın bedenine duyduğu ilgiyi maskelemek için sevgi ve aşk kavramları devreye girerek persona, “kendi kendimize yarattığımız ve başkalarının da bunu kabul edilebilir bulmasını umduğumuz bir form[a]” (Stevens, 2014: 91) bürünür.
Şevket Bey, bu formun sonucu olarak Suphi’nin Zehra ile evlenmesini teklif eder. Şevket Bey, Zehra’nın olumsuz özelliklerini anlatsa dahi evlenme isteğinden geri durmayan Suphi’nin personası yapaylık taşısa da “[â]şık olmak, ego libidosunun nesneye akın etmesini içerir. Bastırmaları yok etme ve sapıklıkları yeniden tesis etme gücü vardır. Cinsel nesneyi yükselterek cinsel ideal yapar.” (Freud, 2020: 89) “[S]evdayı yalnızca kitap sayfalarında gör[en]” (Nâzım, 2019: 27) Zehra da âşık olduğunu düşünür ve Suphi’ye sahip olma isteği duyar çünkü “[h]er ne kadar bir yanılgı ihtimali söz konusu olsa da âşık olma deneyimini yaşayan kişi için karşısındaki erkek ya da kadın, onun animasının ya da animusunun bedene bürünmüş hâli gibidir.” (Stevens, 2014: 110) Cinsel arzunun yadsınamaz biçimi olarak karşılaşılan aşk hissi, evlenme düşüncesinde ısrarlar meydana getirir. Hem Suphi’nin hem de Zehra’nın birbirlerinin anima ve animusunun yerine geçme isteği bilinçdışı olarak kendini göstermektedir ama bu arketiplerin heves ve tasarımlarına göre konum alamamaları sorunların başlıca sebeplerini oluşturur.
Suphi’nin ev hizmetlerine yardımcı olması için aldığı Sırrıcemal’in gelişiyle Zehra’nın haset duygusu yüksek boyutlara ulaşır. Zaten “kıskanç” bir karaktere sahip olan Zehra’nın, “insan cinselliği[nin] göründüğü her yerde sevgiyi kaybetme korkuları, (…) haset, rekabet ile eşleşmiş olarak ortaya çıka[n]” (Lacan, 1994: 15) bu psişik enerjinin özelliği dolayısıyla ileri bir seviyeye taşıdığı haset, Suphi’nin kendisinden soğumasına sebep olur. Bu süreçte Zehra’nın yaşadığı kriz, René Girard’ın “mimetik arzu” (öykünmeci arzu) kuramıyla derinleşir. Arzu, özne (Zehra) ve nesne (Suphi) arasındaki düz bir hat olmaktan çıkmış; Sırrıcemal’in “dolayımlayıcı” (model/rakip) olarak devreye girmesiyle üçgen bir yapı kazanmıştır. Zehra, Suphi’yi yalnızca ona duyduğu saf sevgiden değil, rakibi Sırrıcemal ona sahip olduğu ve arzuladığı için daha yıkıcı bir tutkuyla ister; dolayısıyla kıskançlık burada salt kaybetme korkusu değil, rakibinin arzusunu taklit ederek onun yerine geçme savaşıdır. Yine bedensel özelliklerinin güzel olduğu aktarılan Sırrıcemal, artık Suphi’nin çekim alanına girer. Zehra’nın Sırrıcemal’i rakip olarak görmesi, Suphi’nin bilinçdışı olarak bu durumdan haz almasına yol açar: “İki kadın dövüşmeye başlamışlardı. Münire bu durumları ağlaya ağlaya, oysa Suphi güle güle seyrediyordu.” (Nâzım, 2019: 53)
Suphi’nin Sırrıcemal’e sevgisini ilan etmesi ve ona âşık olduğunu düşünmesi de bu bilinçdışı düzlemin cinsellikten bağımsız olamayan yönünü sergiler. “[D]ürtü ve dürtünün aldığı biçimler üzerine (…) Freud aşkı hem gerçek seviyesine hem narsisizm seviyesine hem de gerçeklik ilkesiyle bağıntısı içinde haz ilkesi seviyesine yerleştirir.” (Lacan, 2013: 253) Jung’un “çocukluğundan beri sosyal duygudan yoksun olan ve sadece varlığı, hazları, acıları ile ilgilenen birinde daha da fazlalaş[tığını]” (Jung, 2002: 67) söylediği üstünlük kompleksinin Suphi’de içgüdüleriyle hareket eden bir profil oluşturduğu söylenebilir. Sırrıcemal’in bir nesne olarak güzelliğinin yarattığı etki, öznede yani Suphi’de karşılık bularak arzuyu ve bu arzunun doyurulmasına yönelik geliştirilen aşk söylemini meydana getirir; dürtünün karşılık bulabilmesi için sevgi sözleri biçimine sokulan söylemin alt metnini özne dışında birisinin okuyabilmesi mümkün olmaz. “Cinselliğin aktarımda eylem hâlinde bulunduğundan eminsek bu, bazı anlarda açıkça aşk biçiminde kendini göstermesinden dolayıdır. Mesele budur.” (Lacan, 2013: 184) şeklinde belirtilen aşkın gerçekliği, bilinçdışının eyleme dökülmesinin ifadesidir.
Sırrıcemal’in Suphi’nin sevgi söylemine karşılık vermesinin psikanalitik çözümlemesi yapıldığında da ortaya haset kavramı çıkar. Kendisinin cariyelikten daha saygın bir konuma ulaşabilmesi için Suphi gibi biriyle evli olması gerekir. Sırrıcemal’in saygınlığa erişmesi için aşk semptomları göstermesi bu sebepten ileri gelir ve talep ettiğini sansüre uğratır; iktidar arzusu, ilk olarak “ayna evresi”nde karşılaşılan “öteki” imgesinin ideal değer yargılarına uygun hâle getirilerek göstergenin aşk biçiminde görünmesi sağlanır. “Bu tutum kendi irademizden değil, Freud’un süperego, Jung’un da ahlak kompleksi adını verdiği içsel otoriteye boyun eğmemizden kaynaklanır.” (Stevens, 2014: 94)
Bu “karşılıklı aşk” dolayısıyla Sırrıcemal’e bir ev tutup onunla daha fazla görüşen Suphi’nin iki kadını da “arzunun fiili mevcudiyeti [olan] libido[nun]” (Lacan, 2013: 161) etkisiyle kontrol altında tutması bir tatmin işlevine aracı olur. “Genelde en güzel kadınlar olmaları nedeniyle salt estetik açıdan değil, ilginç psikolojik etkenler sonucunda da bu tür kadınlar erkeklere en çekici gelenlerdir. Çünkü başka birinin narsisizminin, kendi narsisizmini tamamen terk etmiş olup, nesne sevgisi elde etme arayışında olanlar üzerinde çok çekici etkisi olduğu açıkça görülür.” (Freud, 2020: 78) Bu narsistik bulguların mazoşistliğe varması, Suphi’nin iki ilişki içerisinde seçim kararsızlığı yaşayarak acı duyması, “özne[nin] ıstırap olan semptomundan paradoksal bir zevk al[dığını], mazoşizm[in], Gerçek’in verdiği en büyük zevk [olduğunu]” (Clero, 2002: 167-168) göstererek zevkin sadece haz değil aynı zamanda ıstırap da olabileceğini ortaya çıkarır.
Lacan’ın klasik biçimde kabul olunan özne-nesne diyalektiğini başka bir boyuta taşıyarak ürettiği “Gerçek” kavramı, imge-simge düzleminde ulaşılması olanaksız olana işaret eder. Konuşamayan bebeğin tecrübesi “Gerçek”tir ve hem Suphi’nin içinde bulunduğu durum hem de Zehra’nın haset duygusuyla kendisine verdiği acı, “Gerçek”in verdiği zevk ile özdeşleştirilebilir. Ardından Zehra’nın geri plana itilmesi, Sırrıcemal’in Suphi’yi, dolayısıyla hırs ve saygınlık kazancı ile hareket ederek iktidarı ele geçirmesi ile Sırrıcemal, cariyeliğin yüklediği aşağılık kompleksini üstünlüğe itmek için evirir ve bu evirilme ile haset mekanizmasını daha sık devreye sokar. İdeal bütünlüğe ulaşamamak veya bu yönelim nesnesini kaybetmemek adına Suphi’nin tek ilgi odağı olmayı ve Zehra’nın simgeselliğinin bile anılmamasını hedefler.
Nevroza ve mazoşizme kadar gidebilen aşağılık kompleksinin bir diğer eğilimi de intihar olabilir. “Her akşam eve gelince bir sorguya çekil[en], nerelere gittiği ve neler gördüğü konusunda bilgi vermeye zorlan[an]” (Nâzım, 2019: 55) Suphi, kaybedilme korkusunun öznesidir ve “[b]u ruh hâli sıkı sıkıya yoksunluk duygusuna bağlıdır. Bu duygu kıskançlığa, ihtirasa ve seçilen kurbana tamamıyla egemen olma eğilimine yol açar[ak]” (Adler, 2002: 72) ele geçirilen fırsatların sürdürülebilirliğini temin etmeye çabalayan Sırrıcemal, olası tehditlerin savuşturulması için nevrotik belirti olarak anksiyete geliştirmiştir ve kendi personasında yaşayan bir nevrotik olmuştur. “Hizmetçi kadını, mutfakta aşçıyı gereksiz yere haşla[yıp] [ö]nüne rastgelen şeyi kırmak, ezmek, yok etmek istiy[en]” (Nâzım, 2019: 57) Sırrıcemal’in bu sinirlilik aktarımı, “Freud’a göre (…) çoğu zaman, doğrudan değil dolambaçlı yollarla gerçekleşmeye çalışan cinsiyet içgüdüsünden doğar. Adler [’e göre] aşağılık duygusundan meydana gel[ir.]” (Adler, 2002: 10)
Zehra, Suphi’nin kadınlara düşkün olduğunu çözümleyerek onu Sırrıcemal’den ayırmak için Ürani’yi bir arzu nesnesi olarak gönderir. Ürani, Suphi’yi bedensel özellikleriyle uyararak elde eder. Suphi, dürtülerini doyuma ulaştırmak için hamile eşini bile terk etme atılımını göstermekte sakınca görmez. “Bu doyum paradoksal bir doyumdur.” (Lacan, 2013: 176) Hem Zehra’dan hem de Sırrıcemal’den -görünüşte- istediğini alsa da dürtü nesnesine bir yenisini ekler ve dürtünün aracılığıyla cinselliğini bilinçdışının yapısına adapte eder. Bu noktada Suphi, güçlü kadın figürleri arasında iradesi parçalanmış, Babanın Yasası’nın (Nom-du-Père) eksikliğinde kimlik inşasını tamamlayamamış bir “erkek histerisi” vakası olarak okunmalıdır. Ürani’ye yönelen arzusu, aslında kendi iktidarsızlığını ve toplumsal felcini (abuli) örtbas etme çabasıdır; onun savrulganlığı, fallik gücü elinde tutamayan erkeğin hadım edilme (kastrasyon) korkusuna verdiği panik yanıtıdır. Anne ve babasını erken yaşta kaybetmiş, çocukluğundan beri cinsel görüngülerin içinde olan Ürani, Suphi’nin öncelikle dürtülerini ardından da maddî kazançlarını sömürmüştür. Bir arzu nesnesi için id ve süperego arasındaki dengeyi gözetemez duruma getirdiği ego’su, Suphi’yi insanî hassasiyetlerinden uzaklaştırmış ve sonunda animası olan Ürani de onu terk etmiştir. Zehra ve Sırrıcemal, her türlü aşağılanmaya rağmen yine de Suphi ile birliktelik kurmayı isterken Ürani, bedeninin maddeselliğini kullanarak maddî kazanç elde eder etmez Suphi’yi terk eder. Zehra’nın haset dolayımında olayları getirdiği yer, Sırrıcemal’in ideal bir kaçış ve hınç duygusuyla yaşama isteğinden vazgeçerek intihar etmesi, Suphi’nin dürtülerini kontrol edemeyerek öldürme arzusuyla Ürani’nin hayatına son vermesi ve Zehra’nın üzüntünün şiddetiyle ölmesidir. Kristeva’nın “abjection” (atıklık) kuramı çerçevesinde bakıldığında, Suphi’nin Ürani ile ilişkisi sürecinde temiz bir beyefendiden paspal bir sokak adamına dönüşmesi ve Sırrıcemal’in intiharı, öznenin bütünlüğünü tehdit eden sınır ihlalleridir. Sınırları belirsizleşen, tükenen ve ölüme yaklaşan bedenler, simgesel düzenin dışına itilen “iğrenç” (abject) nesnelere dönüşerek kıskançlığın bedende yarattığı somut tahribatı kanıtlar.
Sonuç
Realizm ve natüralizm anlayışının görüldüğü Zehra romanında bireylerin benlik kompozisyonu gerçekçiliğin etkisiyle sunulmuş ve bu gerçekçilik, bilinçdışının anlamlandırılmasına fırsat tanımıştır. Romanın ismi Zehra olsa da romanın odak noktası Suphi’dir ve olaylar onun libidinal enerji ve eylemlerine bağlı olarak sürdürülür. Salt cinsellik olarak değil, aynı zamanda yaşama kudreti olarak libido, bu ilişkiler ağı içerisinde hayatta kalmayı sürdürebilen tek roman kişisinin Suphi olmasında etkin rol oynar. Kendi animasını bulduğu ve kopmak istemediği Ürani ile artık birlikte olamayacağını anlaması narsistliğin yarattığı mazoşist olgu ile cinayet işlemesine sebep olur ve sefilce de olsa sürgünde bir yaşam formu sürdürür.
Zehra’nın sırf Suphi’yi tekrar elde etmek için başkasıyla evlenmesi ve evlendiği kişinin ölümüne sevinmesi de haset duygusunun tik biçimine dönüşerek takıntı boyutunda libidonun tek kişiye olumsuz aktarımı sebebiyle bu aktarımın dağılımı sadece Suphi’de toplanarak onun kaybedilmesiyle yaşam arzusu da yok edilmiş olur. Sırrıcemal’in intihar olgusunu eylemsellikle buluşturması, saldırgan tutumunun ve acı çekmekten zevk alan hâlinin sonucudur; haz ilkesi etrafında içselleştirilen bir özne olan Suphi’ye bağlanma ve ondan kurtulamama döngüsünü yok etmek gayesiyle ego, harici bir nesne gibi algılanarak intihar tamamlanır. Çünkü konuşamayan bir bebeğin acısını sözle ifade edememesi gibi, Sırrıcemal de intihar eylemi ile söylemde bulunmuş olur. Suphi, bu mesajın meydana getirdiği ve zaten biriken acılarla nevrotik bir yaşam sürmek zorundadır.
Kaynakça
Adler, Alfred (2002), Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji, Hayat Yay., İstanbul.
Clero, Jean-Pierre (2002), Lacan Sözlüğü.
Freud, Sigmund (2020), Yas ve Melankoli, Cem Yayınları, İstanbul.
Freud, Sigmund (2019), Nevrozların Genel Kuramı, Cem Yayınları, İstanbul.
Freud, Sigmund (2019). Tekinsizlik üzerine. Ernest Jentsch ve Sigmund Freud, Tekinsizliğin Psikolojisi Üzerine – Tekinsizlik Üzerine içinde. Laputa Kitap.
Girard, René (2013), Romantik Yalan ve Romansal Hakikat, Metis Yayınları, İstanbul.
Jung, Carl Gustav (2005), Dört Arketip, Metis Yayınları, İstanbul.
Jung, Carl Gustav (2015), Psikoterapi Pratiği, Kaknüs Yayınları, İstanbul.
Kristeva, Julia (2004), Korkunun Güçleri: İğrençlik Üzerine Deneme, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Lacan, Jacques (1994), Psikanalizin Dört Temel Kavramı, Metis Yayınları, İstanbul.
Lacan, Jacques (2013), Psikanalizin Dört Temel Kavramı, Metis Yayınları, İstanbul.
Nâzım, Nâbizâde (2019), Zehra, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
Stevens, Anthony (2014), Jung, Dost Yayınları, Ankara.
